23 Ekim 2010 Cumartesi

Ağrı'da Bir Öğle Yemeği

Geçen yıl Boğaziçi Üniversitesi 1981 mezunları olarak Ağrı’nın Oğlaklı köyünde bir ilköğretim okulu yaptırmıştık. Bu girişimimiz, 1977 ve 1995 mezunları tarafından benimsendi ve bu yıl da onlar yine Ağrı’da iki ilköğretim okulu yapmayı başardılar. Okulların yapılması sürecinde sembolik bir maddi desteğim dışında katkım olmadı. Ama yine de okulların açılış töreni duyurusunu görünce dayanamayıp kafileye katıldım. Okullardan biri ne yazık ki tamamlanamamış olduğundan bir okulda açılış töreni yapıldı.
Yine geçen yıl olduğu gibi bu yıl da tüm köy halkı kadınlı erkekli çoluklu çocuklu okulun önündeydi. Çocuklardan yaşları okula gitmeye uygun olanlar önlükleri ve yardımseverlerin sağladıkları giysiler ve okul çantaları ile yerlerini almışlardı köy meydanında.



Okul çağından küçük olanlar genellikle anne ya da büyükannelerin kucaklarında sessiz sedasız bekleşirken, en yürek burkanı, ilköğretimin birinci kademesini yani beşinci sınıfı bitirmiş ve yatılı bölge okullarına gönderilmedikleri için köyde kalmış olan kız çocuklarının duruşlarıydı. Onlar için artık bulundukları köyden ya da komşu köylerden birinden çıkacak bir kısmetten öte bir gelecek yoktu, bunun gayet bilincinde olan bu çocuk gelin adayları tören alanında boynu bükük oturuyorlardı.


Okulun açılışı, hep birlikte İstiklal Marşı’nın okunması, Vali vekili, İl Milli Eğitim Müdürü, öğretmenler ve çocukların konuşmaları sonrasında kurdele kesilerek gerçekleşti. Okulun içine doluşuldu. Çepeçevre dağlarla çevrili köyün ortasındaki bu bina uzaktan bakıldığında serap gibi görünüyordu.


Açılışın ertesinde yine geçen yıl olduğu gibi sofralar kuruldu. İstanbul’dan gelen misafirler ve Devlet büyükleri için o gün kurban edilmiş olan oğlağın etinden yapılmış kavurmalar, pilavlar, tandır ekmekleri, ayranlar sofralara yerleştirildi.
Yine geçen yıl olduğu gibi törenin bu aşamasında köyün kadınları bebelerini alıp oradan uzaklaşırken, okul çocukları çevreye dağılıp oynamaya başladılar. Bizler, Devlet büyükleri ve köyün erkekleri sofralardaki yerlerimizi aldık, pilavı kavurmayı kaşıklamaya başladık.
Aynı sahneden “Üç Fincan Çay” adlı kitabın Pakistan’daki çok yoksul bölgelerdeki okul ziyaretleri ile ilgili bölümünde de bahsediliyordu: “Bir okulda ne zaman bir tören olsa önemli adamlarla misafirler öyle oturuyorlar ve sıkıcı oluyor. Oturuyor, konuşuyor, onlara neredeyse bir hafta yetecek kadar yemeği bir oturuşta yiyorlar... Kadın ve çocuklara öyle ikinci sınıf insan muamelesi yapılması insanın yüreğine dokunuyor..” Bu sözleri kitabın kahramanı olan, Pakistan ve Afganistan’da bir çok okul açılmasına öncülük etmiş Greg Mortenson’un küçük kızı söylüyor.


Birkaç kişi belli etmeden tabağımızdaki eti ve pilavı en yakınımızdaki çocuğa verip, tandır ve suyla geçiştirdik yemeği. Kısa zamanda yemekler tükendi ve geldiğimiz minibüslere doluşup geride kalanlara ellerimizi sallayarak köyden uzaklaştık.
Bu Ağrı’da bir öğle yemeği idi. Bir yandan o çocukların yeni bir okula, bir oyun alanına kavuşmalarının sevincini paylaştığımız bir yandan da genizde yanma hissi ve damakta buruk bir tad bırakan.
Bir de Ağrı’da Öğretmen Evi’nde yediğimiz yemekteki güzel bir detayı paylaşacağım sizlerle. Ben eve geldikten sonra uygulamaya başladım, size de tavsiye ederim: nar.


Garsonlar yiyecek siparişlerimizi aldıktan sonra dörde bölünmüş narları serpme şeklinde sofraya bıraktılar. Önce hepimiz biraz şaşırdık ama sonra yemeklerimiz gelene kadar büyük bir zevkle narlarımızı yedik. Çok güzel bir “iştah açıcı”. Özellikle sağlıklı ve düzenli yemek isteyenler için kalabalık sofralarda, ana yemekler gelene kadar oyalanılabilecek bir seçenek. Görüntüsünün güzelliği de cabası..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder