27 Eylül 2010 Pazartesi

KÜKÜ


Wikipedia’da Kükü’yü aradım biraz önce. Çocukluğumdan beri ıspanak piyasaya çıkar çıkmaz, evin içinde mis kokusu yayılan “Kükü”yü tarif etmeye başlamadan.
Bakın ne yazıyor ansiklopedide:
Kükü (also, Kyuki and Kyukyu) is a village and municipality in the Shakhbuz Rayon of Nakhchivan, Azerbaijan. It has a population of 1,451.

Gerçekten “Kükü’nün Nahcivan’da bir şehir olduğunu bilmiyordum. Eminim annem de bilmiyordu. Yemeğin adı ile bir ilgisi olup olmadığını bir gün öğrenirsem yine burada yazarım.

Şimdi gelelim annemin mutfağının Kükü’süne.

Malzemeler
½ kg ıspanak
2 demet maydanoz
1 demet dereotu
1 demet yeşil soğan
2 yumurta
½ su bardağı sıvı yağ
1 su bardağı un
1 tatlı kaşığı tuz
1 çay kaşığı toz şeker
½ çay kaşığı karabiber
1 su bardağı çekilmiş ceviz


Yapılışı
Tüm yeşillikleri yıkayıp ıspanakları irice, diğerlerini ince ince doğrayın. Ispanakları yanmaz bir tencerede içine yağ ilave etmeden orta hararette ateşte çevirerek, sularını çekmesini sağlayın.



Tencerenin altını kapatın ve ıspanakları soğumaya bırakın. Büyük bir karıştırma kabında yumurtalar, sıvı yağ, un, tuz, toz şeker ve karabiberi iyice karıştırıp, soğumuş ıspanakları ve diğer yeşillikleri (maydanoz, dereotu, yeşil soğan) ilave edip karıştırmaya devam edin.



Unlu karışım yeşilliklerin içinde yok olduğu zaman çekilmiş cevizi de katın ve yine karıştırın.


Fırın tepsisine bir pişirme kağıdı koyun ve tüm karışımı bu tepsiye tahta kaşıkla iyice bastırarak yayın. Üzerine isterseniz süslemek amacıyla cevizler yerleştirin.


Tepsiyi önceden ısıtılmış 160 derece sıcaklığında fırına verin ve yarım saat pişmeye bırakın.
Sıcak, ılık, soğuk olarak sade veya yanında yoğurt ile servis edebilirsiniz.
Anneannemden Bugüne..
Anneannem küküyü yapacağı zaman koca tencerede önce su kaynatılır, otlar sırasıyla haşlanır, sıkılır kenara koyulurmuş. Sonra hepsi yumurta, un, tuz, karabiberle mücver kıvamına getirilip, zeytinyağında kızartılırmış.
Yukarıdaki tarif annemin tarifi. Otların haşlanıp sıkıldıktan sonra çoğu faydasının yok olduğu gerçeği onu bu yöntemi keşfe zorladı. Ve sonuç hem sağlıklı hem de lezzetli oldu. Ve biz de bu yemeğe “kükü” demeye devam ettik.
Kükü’yü İran ve Azerbeycan’da ıspanakla yaptıkları gibi, yeşil fasulye ve yeşil mercimekle de yapıyorlarmış. Ben ikisini de denedim. Ama ıspanakla yapılanın lezzetini bildikten sonra, yeşil fasulyeyi zeytinyağlı, yeşil mercimeği de bol kimyonlu yemek olarak pişirmeyi tercih ettim.
Şimdi bundan sonra “ıspanak zamanı”. Bir de böyle yemeyi deneyin.
Yeşillikleri ayıklar, yıkar, doğrarken lütfen beni hayırla anın.

Kolay gelsin!

23 Eylül 2010 Perşembe

Bugün size Türk mutfağında kullanılmayan bir baklagilden bahsedeceğim, lepe. Lepe İran ve Azeri mutfaklarında çokça kullanılan bir ürün. Tek başına et ile pişirildiği gibi, birçok yemeğin içine ilave edilebilen, besleyici olarak da zengin bir ürün. Tadı nohutu andırmakla birlikte, farklı.
Bugün özel olarak lepeden bahsetmemin nedeni, bundan sonra ara ara vereceğim bazı yemek tariflerinde lepenin kullanılıyor olması.


Lepeyi tek başına gördüğünüzde, “E bu nohut” ya da “Aaa.. bu sarı mercimek” de diyebilirsiniz. Bu nedenle lepeyi, sarı mercimek ve nohutla birlikte de fotoğrafladım. Aradaki tip ve büyüklük farklarını kolayca görebilin diye.


Annem, lepeden en çok “Huruş” yapardı. Buradaki tarifleri takip ediyorsanız, “huruş” kelimesini kabak huruşu tarifini verirken kullandığımı hatırlayacaksınız. Hani ana malzemeleri, kabak, et ve soğan olan yemek. Tahmin ettiğiniz gibi “lepe, et ve soğan” ile de lepe huruşu yapılıyor. Bu yemeğin de tarifini ilerde vereceğim ama önce bu özel malzemenin temini konusunu aydınlatalım.
Babamın 1980 yılına kadar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi karşısında bir kitap-kırtasiye dükkanı vardı. O dönemin İstanbul’unda daha kuzey komşularımızın akını başlamamıştı o semte. Aksaray, Laleli, Fatih’de oturmak, İstanbul’da yaşamak anlamına geliyordu. Bizim dükkanımızın olduğu cadde de dünyanın her tarafından turistin gezdiği, alışveriş yaptığı neşeli bir caddeydi.
Bakar mısınız lepeden nereye geldik? Ama özeti şu ki, nedense İstanbul’a İran’dan gelen turistler ya da İstanbul’da okuyan İranlı gençler gelirlerken yanlarında “lepe” ve şimdilerde yasemin ya da basmati diye adlandırılan “sedri” pirincini getirirlerdi ve babam da bu malzemeleri her bulduğunda büyük bir sevinçle satın alırdı. Temini böylesine zor ve şansa kalmıştı. Sonraları özellikle İran devriminden sonra Türkiye’ye İran’dan göçler de gerçekleşince, İran ve Azeri mutfağının bu ana kalemleri İstanbul’da kolay bulunur oldu. Eğer lepeli yemekleri okuyup denemek de isterseniz, size nasıl temin edeceğinizi bildiririm elbet.
Lepeyi bir keresinde 90lı yıllarda, İsviçre’de bir sokak arası marketinde bulmuş ve çok şaşırmıştım. Daha o zamanlar dünyanın her noktasında yetişen her ürünün her yerde bulunduğu bugünler gibi değildi. Bir market rafında gördüğüm lepeden iki tane yarım kiloluk alıp bavuluma yerleştirmiştim bile. Eve döndüğümde, annemin İsviçre’den el yapımı bir saat değil de bu özel hediyeyi getirmeme nasıl sevindiğini hala hatırlıyorum.
Sonra 1997 yılında Bakü’ye gittik, benim için sebze, meyve satılan pazar en gezilmesi gereken yerdi. Aralık ayı olduğu için sebze, meyve yönünden zayıftı pazar ama kuru gıdalar, yemişler yönünden de oldukça zengindi. Çocukluğumda evde büyük hala ve enişte azeri dili konuşurlardı, kulak dolgunluğu azericemle pazara dalıp, elbet lepe aramaya başladım. Ben “lepe” dedikçe bana “lepe” ikram ediliyordu. Ama nasıl? Her türlü fındık, nohut ve daha değişik ürünlerin ortak adı imiş meğerse lepe ve ben o koca pazarda, İsviçre’de markette kolayca bulduğum lepeyi bulamadan otele döndüm.
Daha sonraki yıllarda bir keresinde Girit’e gittiğimizde Kandiye’nin sebze meyve haline uğradık. Orada da bir de baktım ki, bütün otların ortak adı “radika”, tüm baklagillerin ortak adı da “fava”. Ve favalardan biri de bizim “lepe”. Böylece Bakü’de bulamadığım lepeyi Girit’ten aldım ve ondan sonraki yıllarda da her Yunanistan’a gidişimizde markete girip gayet emin bir şekilde lepelerimizi alıp bavulumuza attık. Yunanlılar lepeyi bizim bakla ile yaptığımız fava gibi pişiriyorlar, yani eziyorlar. Bir de köftenin içine koyuyorlar. Bu çok ilginç geldi bana, çünkü ilerde lepenin Azeri mutfağında da köfte yapımında kullanıldığını anlatacağım. Hem de çok lezzetli bir köftede.
Lepenin Türkiye’nin doğusunda ve batısında kullanıldığı halde, Türk mutfağına neden girmediğini bilmiyorum. Ama bu nedenle olsa gerek lepe Türkiye’de tarımı yapılan bir ürün değil.
Aşağıdaki fotoğraf da Amerika’da bir marketten aldığım lepeye ait. Orada da öğrendim ki, lepe İspanyol ve Meksika mutfaklarında kullanılıyor ve orada da adı görüldüğü gibi “Yellow Split Peas”..


Yine Azeri mutfağına dönersek, lepe bu mutfakta tane olarak kullanılıyor çoklukla. Lepe ile Azeri mutfağında yapılan bazı yemekler ise:
Elbette Lepe Huruşu
Havuç Yemeği (Hebicenci)
Etli Patlıcan Dolması
Sirke Şireli Etli Kabak Dolması
Etli Yaprak Sarma
Büyük Köfte..
Lepeli tariflerde buluşmak üzere..

20 Eylül 2010 Pazartesi

Kışın Yaz Lezzeti İçin..

Bugün Fesleğenli Domates Sosu tarifi vereceğim. Son domatesler de bitmeden -ayrıca bence en lezzetlileri şu anda satılanlar- malzemelerinizi alıp, birkaç saat ayırın ve kışın kendinize küçük sürprizler yaşatmak için bir fırsat yaratın.

"Fesleğenli Domates Sosu"

Malzemeler
3 kilo en kırmızı ve kokulusundan domates
3 adet iri soğan
1 baş sarımsak
3 adet havuç
1 demet fesleğen
1 su bardağı sızma zeytinyağı
2 kepçe et suyu
tuz, toz şeker, karabiber, kırmızı pul biber


Yapılışı
Soğan, sarımsak ve havucu doğrayıp kısık ateşte zeytinyağında kavrulmaya bırakın. Soğanlar hafif sarardıktan sonra içine 1 tatlı kaşığı tuz, 1 tatlı kaşığı toz şeker ilave edin. Domatesleri kabuklarını soyduktan sonra küçük küp şeklinde doğrayın ve kenarda hazır bulundurun. Aynı şekilde fesleğenleri de yıkayıp doğrayıp bekletin.

Soğanlar pembeleştiğinde ve güzel bir soğan-sarımsak kokusu yayıldığında domatesleri içine boca edin ve 1 çay kaşığı karabiber ile 1 çay kaşığı kırmızı pul biberi de karışıma ekleyin. Arada bir karıştırarak domateslerin erimeden pişmesini sağlayın. Domatesler piştiğinde iki kepçe et suyunu koyup karıştırın.
En son da fesleğenleri içine ekleyin. Tencereniz hep kısık ateşte olsun ki, bir yandan sos suyunu çeksin, hem de sosun dibi tutmasın.


Bundan sonra yapılacak iş kavanozlarınıza sosu boşaltmak. Dikkat edilmesi gereken şey, kavanoz kapaklarının daha önce kullanılmamış olması.
Sos ateşte hala kaynamaya devam ederken kepçe ile kavanozlarınızı teker teker doldurup derhal kapağını sıkıca kapatın. Bu şekilde doldurduğunuz her kavanozu hemen ters çevirerek bir yere dizin.


Kavanozların birbirine değmemesine dikkat edin. Kavanozları böylece bütün bir gece soğumaya bırakın.
Ertesi gün kavanozlarınızı düzeltip, kontrol edin ve kışın kullanmak üzere buzdolabına değil ama serin ve kuru bir yere dizin.


Ben 400 gramlık kavanozları tercih ediyorum. Açıldığı zaman hepsini kullanabiliyorum böylece. Makarna dışında, sahan köftesi ve tavuk da bu sosla çok lezzetli oluyor.
Şimdiden kolay gelsin!

17 Eylül 2010 Cuma

Bitez Usulü Zeytinyağlı Pırasa


Dün mevsimin ilk pırasasını yedim ve bugün de Bitez usulü zeytinyağlı pırasa tarifini vermeğe karar verdim.
Pırasalar daha körpe ve incecikken hemen denemelisiniz. Son derece lezzetli ve besleyici aynı zamanda.

Malzemeler
1 kilo pırasa
1 adet orta boy soğan
3-4 diş sarımsak
2 adet orta boy domates
1 adet havuç
1 adet kırmızı biber
1 adet küçük boy kereviz, yaprakları ile olursa daha iyi
2/3 bardak haşlanmış nohut
1 çay bardağı zeytinyağı
tuz, toz şeker

Yapılışı
Soğanı zeytinyağında pembeleştirdikten sonra sarımsakları, küp doğranmış domatesi, dilimlenmiş havucu, kırmızı biberi ve önceden haşlanmış nohutu ilave edip karıştırın.
Üzerine pırasa dilimlerini ve en üste de kereviz dilimlerini ve varsa yapraklarını koyun. Tuz ve şekerini serpip, bir çay bardağı kadar su ile kısık ateşte pişmeye bırakın.
Pırasalar piştikten sonra, yemeğin tencerede soğumasını bekleyin. Yemeğinizi servis tabağına boşaltın.
Bu yemek bizim ailede her türlü yeniyor ve seviliyor. İster sıcak, ister ılık ve tabii ki soğuk. Tavsiye ederim.
Afiyetle yiyin ve dostlarınıza da tavsiye edin!

13 Eylül 2010 Pazartesi

Musakça’da Ayçın Usta’nın Yeri: Karides Restaurant

Aslen Gönenli olan arkadaşlarımız Sergülen ve Murat, Şeker Bayramı’nda bir grup arkadaşlarını Gönen’in deniz kıyısındaki baba yadigarı evlerine davet ettiler. Biz de davetliler arasında idik.
Akşam yemeği için bizi götürdükleri lokanta, Gönen yakınlarındaki kıyı köylerinden Musakça’daki bir aile işletmesiydi.
Ayçın Usta, eşi ve oğlu Volkan Karides Restaurant’ta hep birlikte çalışıyorlar. Karides Restaurant’a giriş bir asma çardağının altından oluyor. Asma “Alfons” cinsi tam sofralık bir kara üzüm. Salkımlar başınızın üzerinde en güzel avizeler gibi sarkmış duruyor. İçeri girerken genellikle karnınız aç olduğundan pek dikkat etmiyorsunuz bu doğal avizelere..


Ayçın Usta’nin Sütlü Levrek Buğulaması
Masaya oturduktan az sonra ortaya serpme mezeler geldi. Deniz börülcesi, turp otu, hamsi turşusu, közlenmiş kırmızı biber, çoban salatası ve kalın kabuklu iyi pişmiş ekmek.. Üzerlerindeki zeytinyağı ekmek banmaya doyum olmayacak cinsten harika bir yağdı. İçine az miktarda kıvırcık salata doğranmış çoban salatası ve pamuk gibi kalamar tavalar, arkadan gelecek ana yemeğin müjdecisiydi gerçekten. Hepsi birbirinden iyi ve iştah açıcı idi.
Ayçın Usta, kendi elleri ile zevkle servis yapıyordu. Göz ucuyla kalabalık gruptan bazı mezeleri tadamamış olanlar varsa diye arada meze takviyesini de ihmal etmiyordu.
Birazdan ana yemeğe hazır olup olmadığımızı sordu ve grubun iştahlı cevabı ile hızla mutfağa doğru seyirtti. Yirmi dakika sonra içerden gelen mis gibi tereyağı kokusu ile birlikte masalara büyük çelik kayık tabaklar içinde “Sütlü Levrek Buğulama”lar geldi. Dört kişiye bir levrek şeklinde ortaya koyuldu kayık tabaklar ve dağıtımı bizim yapmamızı istedi Ayçın Usta.
Ben de levrek buğulamaları dağıtanlardandım. Önce dörtte bir balığı tabağa koyup sonra da sütlü sosundan üzerine koyuyordum; ama kaşık kaşık.


Dağıtım tamamlandıktan sonra zevkle yemeğe geçtik. Çok lezzetli sütlü sos, kalın kabuklu ekmeğin içine banılması ile tükeniverdi tabii balıklar da..
Tarifini vermek konusunda hiç nazlı değil Ayçın Usta.


Önce balıkları haşlamış. Diğer tarafta da bol sütlü ve tereyağlı bir beşamel sos hazırlamış. Haşlanan balıkları bütün olarak sosun içine bırakıp, sosa az da taze kaşar rendesi koyup, birlikte fırınlamış.
Şimdi balığın bol olduğu zaman. Hele palamuta doyalım, ilk fırsatta evde de deneyebileceğimiz şık ve lezeetli bir yemek gerçekten.
Ama yolunuz Gönen civarına düşerse ya da daha iyisi yolunuzu Gönen’e ve Musakça köyüne düşürdüğünüzde Ayçın Usta’nın Karides Restaurant’ına uğrayın mutlaka. Güneş batışının en güzel olduğu mekanlardan birisi aynı zamanda.


Yemeğin sonunda girişteki asma çardağından o an koparılan “Alfons” cinsi kara üzümler masanıza ikram olarak geliyor. Yok eğer çok doydunuz da yiyemeyecekseniz, Ayçın Usta koparıp yolluk olarak veriyor size. Tek tek ellerinizi sıkarak kapıda karşıladığı gibi, ellerinizi sıkarak da yolcu ediyor.

Karides Restaurant
Ayçın Cantürk
Tel: 0 266 7374151
Musakça, Bandırma

9 Eylül 2010 Perşembe

7 Eylül 2010 Salı

Fırında Sütlü Kabak Tatlısı


Gönen'li sevgili arkadaşım Sergülen, "Fırında Sütlü Kabak" tarifimi okuyunca yorum yazmış altına. "Biz Gönen'de bu kabakla fırında sütlü kabak tatlısı yaparız" demiş.. E kabak büyük.. Daha dörtte birini değerlendirdik. Marketten alınmış sebzeler gibi değil ki hala taptaze, değerlendirilmeyi bekliyor.

Sergülen'le haberleşildi akşam akşam. Tarif alındı. Ne tuhaf Gönen'de tatlısı yapılıyor sütle, Gölpazarı'nda salçalısı yine sütle. Denemesi kolay.
Kabağın dörtte biri de tatlı olsun bu durumda.

Malzemeler
1/4 koca kabak (yaklaşık 500-600 gram)
2 su bardağı süt
1,5 su bardağı toz şeker
1 yumurta
1 paket şekerli vanilya

Yapılışı
Kabak ince dilimler halinde doğranır, tepsinin içine yerleştirilir.


Süt, yumurta, 1 su bardağı toz şeker ve vanilya iyice çırpılır, kabak dilimlerinin üzerine dökülür.


175 derece sıcaklığında fırında yarım saat pişmeye bırakılır. Kabaklar yumuşayıp, sütü de çekince toz şekerin kalanı üzerlerine serpilir ve tepsi yeniden fırına yerleştirilir. Kabakların üzeri yer yer kızarmaya başladığında tatlınız pişmiş demektir.

Aslında ılık mı yeniyor onu bilemem. Biz soğuk yemeyi tercih ettik. Buzdolabında soğuttuktan sonra üzerine önce şeftali reçelinin suyunu sürüp biraz parlamasını sağladım sonra da üzerine dövülmüş ceviz serptim. Şeftali reçeli suyunu eklememin nedeni sadece parlamasını sağlamaktan öte. Aromasından yararlanmak da var işin içinde.
Böylece çok hafif ve lezzetli bir tatlı yapmış olduk. Çok teşekkürler Sergülen..

6 Eylül 2010 Pazartesi

Fırında Sütlü Koca Kabak


Geçtiğimiz hafta Bilecik'in Gölpazarı ilçesinde idik. Ve büyük şans.. semt pazarı o gün kurulmuştu. İşlerimizi bitirdikten sonra ben pazara gittim ve civar köylülerin kendi bahçe ve tarlalarında yetiştirdikleri mahsulü keşfe daldım.

Fasulye orada da İstanbul pazarları fiyatına satılıyordu, tek farkı sabah toplanmıştı. Ama domatesler öyle değil. İstanbul'da kilosunu ikibuçuk liraya aldığımız domatesin o sabah toplanmışının kilosu sadece bir liraydı.

Pazarda Arıcaklar köyünden Gülcan en güzel domatesleri satıyordu. Ondan almaya karar verdim. Bana "sen yabancısın herhalde" dedi.. Sohbetimiz öyle başladı. Gülcan tüm domateslerini toptancıya kaptırmış. Toptancı Gülcan'ın emeklerine acımamış, domateslerini kasa kasa alıp gitmiş, ve gidiş o gidiş. Çok üzgün ama yine de kızgın değil. Çünkü her hasatta birilerinın toptancılar tarafından dolandırılması alışkın oldukları bir durum.

Gülcan sohbet sırasında tek tek seçerek torbaya doldurdu domatesleri. Evini tarif etti, bir daha yolum düştüğünde evine uğramaya söz verdim.

Gülcan'dan bir de yemek tarifi aldım. Karşısındaki tezgahtan aldığım kocaman kabağı nasıl pişireceğimi anlattı. Ben de eve döndükten sonra Gülcan'ın tarifi ile pişirdim koca kabağı.


Malzemeler
(4 kişilik)
1/4 koca kabak
2 kırmızı biber
3 domates
2 yemek kaşığı zeytinyağı
1/2 su bardağı süt
tuz, acı kırmızı pul biber

Yapılışı
Kabağı iyice yıkayıp dörde böldüm. Gülcan'ın dediğine göre bu kadarı dört kişiye yeterdi. Bölünce içinin tatlı kabağına benzer çekirdekli olduğunu gördüm. Çekirdeklerini temizleyip küçük dilimler halinde kestim.



Domatesleri rendeledim, kırmızı biberleri mümkün olduğunca küçük doğradım, kızdırdığım zeytinyağının içine boca ettim. İçine tuz ve acı kırmızı pul biber koydum. Doğradığım kabakları bu sosun içine ilave ettim, üzerlerine de yarım su bardağı sütü koydum. Çok kısa zamanda kabaklar pişti, suyunu çekene kadar tencerenin kapağını açık tutup ateşte bıraktım.


Gülcan'ın tarifi buraya kadardı. Yemeğin kokusunda kıvamında bir eksik yoktu ama sanki küçük bir ilave onu daha lezzetli ve çekici hale getirecek diye düşünüp, yemeği bir fırın tepsisine boşaltıp yaydım. Üzerine taze mozzerellayı rendeleyip, fırının ızgara seçeneğini seçip fırına attım. Mozzarellalar eriyip kızarınca daha iştah açıcı bir koku yayıldı.


Sıcak sıcak sofraya getirdim. Yanında bol ekşili bir yeşil salata ve bir kadeh kırmızı şarapla afiyetle yedik.

4 Eylül 2010 Cumartesi

Pazar Kahvaltısına Yeni Bir Tat..

Yulaf Ezmeli Peynirli Omlet


Bu omleti keşfettiğimden beri, evde yumurta tüketimi arttı desem yalan olmaz.
Yumurta severlere, tavsiye ederim. Mutlaka deneyin..

Malzemeler
(1 kişilik)
1 yumurta
1/2 çay bardağı süt
2 kibrit kutusu büyüklüğünde beyaz peynir
1 tatlı kaşığı zeytinyağı
1 tepeleme yemek kaşığı yulaf ezmesi
1/2 çay kaşığı tuz
1/2 çay kaşığı pul biber
1/2 çay kaşığı çörekotu

Yapılışı
Yumurta, süt ve zeytinyağını iyice çırpın. İçine rendelenmiş ya da ezilmiş
beyaz peyniri, yulaf ezmesini, tuz, pul biber ve çörekotunu katın.
Yanmaz tavaya karışımı boşaltın, kısık ateşte pişirin. Kızarık olmasını tercih ediyorsanız, alt üst yapıp iki tarafın da rengini koyulaştırın.
(Bizim evde resimde görüldüğü gibi seviliyor.)
Servis tabağına çıkartın, bir nane ya da maydanoz yaprağı ile süsleyip sunun.

Bu omleti hep yulaf ezmesi ile yapıyordum. Bir seyahatimiz sırasında Berceste'de çavdar ezmesi gördüm, aldım ve hemen denedim. Onunla da çok lezzetli oluyor. Hatta fotoğraf, çavdar ezmeli olarak yaptığım gün çekilmiş.

Bu tarif arkadaşım Necla'nın isteği ile verildi. En azından onun deneyeceğini biliyorum.
Hepinize afiyet olsun!

2 Eylül 2010 Perşembe

Börülceli Pazı

Bugün de özellikle et yemeyenler için lezzetli ve basit bir tarif vereceğim.


Malzemeler
2 bağ pazı (yaklaşık 1 kg oluyor)
1 orta boy soğan
2 havuç
1/2 su bardağı kuru börülce
1/3 su bardağı pirinç
1/3 su bardağı sıvıyağ
tuz, karabiber

Yapılışı
Pazılar bol suda yıkanır, sapları ve yaprakları ayırılır. Sıvıyağ kızdırıldıktan sonra sırasıyla soğan, küçük doğranmış havuçlar ve yine doğranmış pazı sapları tencereye koyularak az tuz ve karabiberle kavurulur.


Bu sırada ayrı bir yerde kuru börülceler haşlanmaya bırakılır. Börülce siyah suyunu bıraktıktan sonra fazla pişmeden alınır ve soğuk sudan geçirilir.

Soğan, havuç ve pazı sapları hafif kavurulduktan sonra üzerine pazı yaprakları, ayıklanmış yıkanmış pirinç ve haşlanmış börülce ilave edilir.


Tencerenin kapağı kapatılır. Kısık ateşte pazının kendi suyu ile pişmeye bırakılır. Pirinçler piştiği zaman yemeğiniz pişmiş demektir.
Yanında yoğurt ile servis edilir.

Afiyet olsun!