17 Ocak 2011 Pazartesi

Bir Sıcak İçecek ve Ağrı'da Bir Balcı, Suzan Hanım


Soğuk algınlığı, öksürük, boğaz yanması kış günlerinin sıradan yakınmaları. Evde dört nüfus, gelen giden, sözün kısası ara ara bunlardan yakınmayan yok bizim evde de.
Şimdi sıralayacağım malzemelerle yapılan ıçeceği içip de fayda görmeyen olmadı. Size de tavsiye ediyorum.

Malzemeler
2 tutam çiçeği bol ıhlamur
1 tutam beyaz papatya
1 tutam sarı papatya
1 çubuk tarçın
1 orta boy kök zencefil
1 tutam tane karabiber
1 tutam elma kurusu


Hepsini birden kaynattığınız 1 litre kadar suyun içine koyup yaklaşık 10 dakika bekletin. Sonra da süzerek, içine 1 tatlı kaşığı bal koyduğunuz bir kupadan afiyetle için. Bakın nasıl faydasını göreceksiniz.

Şimdi gelelim bu içeceğin içine koyduğumuz bala.
Daha önce sözettiğim Ağrı gezimiz sırasında bir gece gruptakilerin rehberliğinde bir bal dükkanına gittik. Dükkanın sahipleri aynı zamanda tescilli markalı "Ağrı Aladağ Balı"nın üreticileri Suzan ve Zeki Sürmeli çifti. Biz akşam yemeğinden sonra oldukça geç bir saatte gittiğimizde Suzan Hanım tek başına dükkanda idi. Yanımda maalesef fotoğraf makinem olmadığından cep telefonum ile çektiğim fotoğraf size dükkanı gösteremeyecek. Tüm duvarlardaki raflar, içi dopdolu petek çerçeveleri ile, tezgahın üstü çeşit çeşit süzme ballarla, kutularla dolu. Misler gibi, bal gibi bal kokan bir dükkan burası.


Suzan Hanım, durmadan üşenmeden arıyı, balı, kovanı, peteği anlatıyor. Kusursuz anlatımının nedenini öğreniyoruz. Kendisi Ağrı'da okul müdürlüğünden emekli olmuş. Emeklilikte de kendisini aile işletmelerinde tam gün çalışan bir balcı olarak buluvermiş. Azimle çalışmaya alışkın insanların temposu ile işini, ne kadar sevdiğini, ürünlerine nasıl güvendiğini, baharda ve yazda yaylalarda bulunan kovanlarını kışın arıları donup ölmesin diye nasıl taşıdıklarını, balın birçok hastalığa nasıl fayda ettiğini aralıksız anlatıyor. Bir yandan gruptaki ondan fazla kişinin sorularını cevaplıyor. Bir yandan da inanmayacaksınız ama bir anne doyuruculuğu ile hiçbirimizi atlamadan çeşit çeşit ballardan ikram edip, yediriyor bize. Belki bir saatten fazla zaman geçtikten sonra bir ikimiz dükkanın arka tarafına geçip çay demliyoruz, bardakları hazırlıyoruz ve hem dinlemeye, hem bal yemeye çayımızı içerken devam ediyoruz.
Kutuların üzerinde yazan ibareyi aynen aktarıyorum:

AĞRI ALADAĞ BALI
1. 2000 Metrede elde edilen hakiki binbir çiçek yayla balıdır.
2. %100 saf kekik kokulu nadide bir bal ürünüdür...
Afiyet Olsun


Belki iki saat sonra bala doymuş olarak ama elimizde, Suzan Hanımın, ertesi sabah tüm gezi grubuna kahvaltıda yetecek miktarda hediye ettiği petek balı ile ayrılıyoruz dükkandan. Balın hasını yemenin, balcının böylesini, Suzan Sürmeli'yi tanımanın keyfi ile otelimize dönüyoruz.
O gün her birimiz evlerimize kargolanacak ballarımızı aldık. Ve öğrendik ki Suzan Hanımlar büyük şehirlerdeki dükkancılara mallarını göndermeyi tercih etmiyorlar. Onun yerine toptan fiyatına direk tüketicilere satıyorlar ballarını.
Bize de söylediği, istediğimiz anda balları sipariş edebileceğimiz ve ertesi gün ev adresimize balları kargolamasının mümkün olduğu.
O gece aldığım ballar tükenince, bir de eşden dosttan balı tadıp da isteyenler olunca, Suzan Hanımı aradım geçenlerde. Siparişimi verdim; tutarını banka hesabına havale ettim. 48 saat sonra istediğim ballar Ağrı'dan evimize varmıştı.

Ağrı'ya yolunuzun düşmesi şart değil. Ağrı Aladağ Balı bir telefon uzağınızda. Üreticisinden, hasından, mis gibi binbir çiçek kokulusundan, üstelik uygun fiyatlısından bal yemek istiyorsanız, Ağrı'daki bu dükkanın telefonları aşağıda.

Tel: 0.472.2155181
Cep: 0.506.6210533

Ballı günler diliyorum.. Öksürüksüz ve boğaz ağrısızından..

9 Ocak 2011 Pazar

Sinarit Buğulama


9 ocak 1987.. Nasıl da kar yağıyordu? O sıralar Caddebostan'da bulunan Kadıköy Evlendirme Dairesi'nin 14.30 nikahı bizim nikahtı.
Titreyerek gittik nikah dairesine. Gelenler de kötü hava şartlarına rağmen oldukça fazlaydı. Gelin tencere dibi çok kazımış dedi, bazıları.
Nitekim doğrudur, çok tencere dibi kazımışlığım vardır.
Hala da severim biraz dibi tutmuş domatesli pilavı, zeytinyağlı sarmayı.
Annem özellikle benim için bu iki yemeğin dibini tuttururdu. Hele tencerenin dibindeki son sıra sarmaları benim için ayrı bir tabağa koyardı. Şimdilerde "kanserojen" dendiği için pek rağbet etmiyorum ama.

Bugün, yıldönümüne yaraşır bir yemek yapmak istedim. Balıkçıdaki seçeneklere baktığımda, 1,5 kiloya yakın sinaritin şık bir yemek olacağını düşündüm ve seçimimi sinaritten yana yaptım.

Malzemeler
1,5 kg sinarit
1 adet pırasa
3 diş iri sarımsak
3 defne yaprağı
1 çay bardağı beyaz şarap
1/2 limon suyu
tuz, karabiber, az zeytinyağı

Yapılışı
Sinariti balıkçıda fileto olarak ayıklattım. Derisini soydurmadım. Kafasını ve kemiğini de aldım elbette.


Önce birkaç bardak su ve üç defne yaprağı ile balığın kafa ve kemiğini kaynattım. Suyun rengi değişip kemik ve kafadaki etler ayrılınca ateşi söndürüp, balık suyunu tel süzgeçle temiz bir kaba süzdüm.
Ayrı bir tencerede bir kaşık tepeleme unu yağsız olarak kavurup üzerine balık suyunu karıştıra karıştıra ilave edip karışım kaynayınca ateşi söndürdüm. Bu arada tuz ve karabiberi de ekledim.
Şimdi sıra 2-3 kaşık zeytinyağında çok ince doğranmış pırasa ve sarımsakları kavurmaya geldi.


Bunlar kavrulunca içine beyaz şarabı ve limon suyunu koyup karıştırmaya devam ettim. En son olarak da bu sebze karışımı ile unlu balık suyunu birleştirdim. Bu sosun kıvamı sizin arzunuza bağlı. Eğer sosu çorba gibi kaşıkla yemek isterseniz daha sulu, sadece balığı tatlandırmak için yapacaksanız ise yoğun kıvamlı yapmalısınız.
Ben yoğun kıvamlı yaptım ve şık bir fırın kabına yerleştirdiğim sinaritlerin üzerine sosu boşaltıp üzerine iki defne yaprağını süsleme amacıyla koydum ve fırın kabını önceden ısıtılmış 170 derecede fırına verip, 30 dakika pişmeye bıraktım.


Bu arada Sait Faik'in "Sinağrit Baba" öyküsünü de analım. Öykü şöyle başlıyor:

Cehennem Nişanı'nda beş sandaldık. Güzel bir ocak akşamı. Hava lodos. Denize kırmızı rengin türlüsü yayılmış. Çok kaynamış ıhlamur rengindeki hayvan, geniş, ölü dalgalar. Sandallar ağır ağır sallanıyor, oltalar bekliyor, insanlar susuyor.

Otuzsekiz kulaç suyun altındaki derin sessizliğe, dibindeki dallı budaklı kayalara yedi rengin en koyusu girer mi şimdi. Sinağrit baba döner mi avdan. Pırıl pırıl, eleğimsağma rengi pullariyle ağır ağır, muhteşem, bir İlkçağ kralı gibi zengin, cömert, asil ve zalim mantosu ile dolaşır mı kimbilir. Altunu, zümrüdü, incisi, mercanı, sedefi lacivertliğin içinde yanıp yanıp sönen sarayını özlemiş acele mi ediyordur.


Eh aylardan ocak, hava lodos.. Doğru balığı seçtiğimiz aşikar..


Artık kutlama yemeğine geçebiliriz. Yanında iyi soğutulmuş beyaz şarap, kızarmış ekmek ve soframızın olmazsa olmazı, salata ile.

Bugünü ve kutlama yemeğini burada paylaştığım için sevinçliyim.
Herkese mutluluklar ve güzel sofralar diliyorum.

6 Ocak 2011 Perşembe

"KAYISI AĞACI" Diye Bir Dükkan...


Sühendan Yüce çok sevgili bir arkadaşımın akrabası. Arkadaşımdan Sühendan hanımın Koşuyolu'nda bir dükkan açtığını duyunca ilk fırsatta gittim elbette.
Adı zaten güzel, Kayısı Ağacı; içine girince de insanın elini kolunu doldurası gelen bir yer. Kayısı Ağacı'nda özellikle Malatya'nın ne kadar güzel mahsulü varsa buluyorsunuz. Hepsi taze, kaliteli, üstelik marketten alacağınızdan daha pahalı olmayan şahane ürünler.. Bir de ilaveten, yemekten içmekten anlayan, yaptığı yemekler çok lezzetli olan dükkan sahibi Sühendan hanımın tariflerini alıyorsunuz.
Sühendan hanım hiç üşenmeden malzemeleri nasıl ve nerelerden topladığını anlatıyor, yemekleri tarif ediyor, yazmanızı bekliyor, sorularınızı sabırla cevaplıyor. Sanırsınız Malatya mutfağını yaygınlaştırmak misyonu ile açıvermiş Koşuyolu'nun göbeğine dükkanını.

İlk gittiğimde gün kurusu, dut kurusu ve ilk kez gördüğüm karadut kurusu, bala yatırılmış pestil gibi şeyler alarak dükkana ısındım. İkinci gidişimde biraz daha dersime çalışarak gittim ve çay yanına ikram etmek üzere Malatya'nın çok lezzetli, tereyağlı Simit Kurabiyesi'nden, Sühendan hanımın elleri ile yaptığı haşlanmış içli köftelerden ve tabii ki evde derhal tükenmiş olan gün kurusu ve diğerlerinden aldım.
Artık yolum Kadıköy'e düştüğünde, direksiyonu Koşuyolu'na çevirmek için güçlü bir nedenim vardı.
Ve son kez elimde kağıdım, kalemimle hazırlıklı gittim.
Önce malzemelerimi aldım. Sonra da nasıl pişireceğimin tariflerini.
Tabii eminim Sühendan hanım yapsaydı şimdi tarif edeceğim "Malatya Usulü Tarhana Çorbası" daha lezzetli olurdu ama onun tarifini bire bir uygulayarak pişirdiğim çorba çok lezzetli oldu ve keyifle tükettik.

Malatya Usulü Tarhana Çorbası

Malzemeler
8-9 adet Malatya tarhanası
1 su bardağı kara nohut
1/2 kg ıspanağın yaprakları
salça, kuru nane, sıvıyağ, tereyağı, tuz


Yapılışı
8-9 adet tarhanayı büyükçe bir tencerenin içine 5 bardak su ile birlikte koyup geceden bekletin. Ayrı bir kapta da kara nohutları ıslatın. Nohutların suyunu birkaç kez değiştirin.
Ertesi gün topak tarhanalar yumuşamış olacaktır. Bunları suyun içinde karıştırarak iyice dağılmalarını sağlayın. Kara nohutların suyunu süzüp bunları da tencereye boşaltıp, karışımı orta hararette pişmeye bırakın. Kara nohutlar yumuşayıncaya kadar, tencerenin dibinin tutmaması için ara ara karıştırarak pişirmeye devam edin.
Kara nohutlar piştiğinde çorbanın kıvamı çok yoğunsa içine kaynar su ve ağız tadınıza göre tuz ilave edip son bir kez daha kaynatıp ateşi söndürün. Çorbanızı dinlenmeye bırakın ve o sırada ıspanakların yapraklarını iyice yıkayıp ince ince doğrayın. Tencere ılındıktan sonra ıspanakları tencereye koyun ve tüm malzemeyi bir kez daha kaynatın. Ispanakların renginin yeşil kalması ve faydası açısından kısa bir süre kaynatmak yeterli olacaktır.
Çorbanızı servis ederken üstüne, ayrı bir kapta birlikte pişirdiğiniz sıvıyağ, tereyağı, salça, kuru nane ve istenirse acı pul biberden oluşan karışımdan bir kaşığı, çorbanın ortasına koyun.


Bu tarhana çorbası çok doyurucu, besleyici ve oldukça da lezzetli bir yemek. Şu soğuk havalarda sıkça pişirmemek için bir neden yok. Bir de ben su ile yaptım ama istenirse tavuk suyu veya et suyu da kullanılabilirmiş.
Bence bir an önce Kayısı Ağacı'na gidin, malzemelerinizi alın, çorbanızı pişirin ve tabii ki de Sühendan hanım ile tanışın.

Sühendan Yüce
KAYISI AĞACI
Koşuyolu Mahallesi Mehmet Akfan Sokak 67/C
Koşuyolu-İstanbul
Telefon 0216 4280244
www.kayisiagaci.com

Kayısı Ağacı'nda malzemeler yanısıra haşlanmış içli köfte, tandır ekmeği, kuru biber, kuru patlıcan ve acur dolması ve simit kurabiyesini yemeğe hazır bulabilirsiniz. Ama bunlardan almak istiyorsanız, her ihtimale karşı önceden telefon edip bulunduğundan emin olun.

Kayısı Ağacı gibi küçük ve verimli işletmelerin yaşantımızda daha çok yer almasını diliyorum.